9 Eylül 2011 Cuma

CAN SIKINTISI


Can sıkıntısı
-Canım sıkılıyor.
-Biraz dolaş, açılırsın.
Bisikletler vızıltıyla geçiyor yanımdan. Onlarca tekerlek, didon, pedal, kask uçuşuyor gözümde. Bir arı sürüsü bütün vücudumu kaplıyor. Kıpırdasam aynı anda batıracaklar iğnelerini gövdeme. Nefes bile almıyorum. "Arılı Adam" heykelini yontuyor heykeltıraş. Telefonum çalıyor. Elimi hareket ettiremem. Ses büyüyor gitgide. İnsanlar üşüşüyor bu kez üstüme. Etrafımda büyüyen bir daire. Arayan pes etmiyor. Yıllarca telefonu çaldırabilir. Telefonu açtığımda yaşlanmış sesiyle, "On yıldır seni arıyorum, neredesin?" diyebilir. Bisikletlerin turlarını ancak on senede tamamladıklarını, söylerim ona. Rüzgarlarıyla arıları havalandırana kadar nefes alamadığımı.
-Arıların uçmasını bekledim fakat biri bile kanat çırpmadı.
-Biraz dolaş açılırsın.
Yürüyen merdivenlerin birinden inip diğerine biniyorum. Zirveye ulaştığımda dönerciler kılıç sallıyorlar kan ter içinde. Sıcaktan pörsümüş domatesler düelloya hakemlik ediyor kıpkırmızı. İnce ince kesilen etler yağlı siniye yuvarlanırken kendimi bir tepsinin arkasında buluyorum. Burada herkes bir tepsinin arkasında. Tavuk butlarından tepelere tırmanıyor, balık gözlerinden kolyeler takıyor, köfte adalarından kayıklarla açılıyorlar denize. Akdeniz ayran. Karadeniz kola. Kızıldeniz vişne şurubu. Her ocağın önünde uzun kuyruklar. Yıllarca aç bırakılmış bir şehrin ahalisi mısır tanelerine sarı inciler gibi saldırıyor. Patateslerin karnını yardırıyorlar göz göre göre. Turşu, kaşar peyniri, salam, sosis, tereyağı, bezelye ne varsa evrende bir patatese sığdırmaya çalışıyorlar. Hiçbir yere sığamıyorum. Bu kalabalıkta bana sıra gelmez.


-Bir kepçe çorba konulmasını bekledim kâseme, sıra uzadıkça uzadı.
-Biraz dolaş açılırsın.
Arabama atladığım gibi basıyorum gaza. Önümdeki arabada saçlarını iki örgü yapmış bir şoför var. Yol vermiyor bana. Sıkıntıdan başımdan kıvılcımlar çıkıyor. Kilometre ibresi son hanede. Derken vuruyorum önümdeki arabaya, savrulup yanımdaki arabaya vuruyorum, arkamdaki araba da benim sırtımda. Ha ha ha… Çığlıklar kahkahalara karışıyor. Pistten aşırtarak arabamı lunaparkın sokaklarına karışıyorum. Deli miyim ne! Direksiyonu hangi oyuncağa çevirsem bir karnaval. Atlı karıncaya binemem, büyüdüm. Dönme dolaba binemem, klişe. Tırtılla oynamak için çok geç. Uçan sandalyelere tek başına binilmez. Korku tünelinin hikâyesini yazdım ben. Bu eğlence ormanında sıkıntıdan patlayabilirim.
-Keşif oyuncağının önünde sıraya girdim, merakım boğuyor.
-Biraz dolaş açılırsın.
Hayır dolaşmayacağım. Bir gün bile olsa bekleyeceğim. Gördüğünüz gibi bekliyorum hâlâ. Ayaklarımı hissetmiyorum. Ne çıkar, güneş ayla yer değiştirdi. Can sıkıntımla buğulandı ayna. Az kaldı. Birazdan süreceğim elimi. İşte keşif oyuncağının bekçisi! Beni çağırıyor kafese. Kaybettiği coşkusunu yuvasından çıkaran beni. Hürriyeti tattırmak için aralıyor parmaklıkları. Göğe bakıyorum. Buğulanan aynada hayal meyal lunapark. Bir yumruk atsam parçalanacak ayna. Bir yumruk atsam güç topu kıracak göğün camını. Oyuncak hareket ediyor. Tanımadığım kişilerle aynı oyunu oynuyorum. Herkesin kafesi kendine. Fakat o da ne; kafesin kilidi bozuk. Keşfettiğim ilk şey derin bir korku.
-Oyuncak hareket etti, ayaklarım yıldızlarda, midem bulanıyor.
-Biraz dolaş açılırsın.
Parmaklıkları sıkı sıkı tutuyorum. Etle demir kaynıyor birbirine. Kafeslerimiz gezegenlerin arasına karışıyor. Satürn'ün; etrafımda alevden halkalar. Aynaya bakacak cesaretim yok. Resmin ne olduğunu biliyorum üstelik: Solmuş bir yüz. Büyümüş gözler. İncelen dudaklar. Uçuşan saçlar. Kanı çekilmiş ayaklar. Morarmış eller. Her an dağılabilir kilit. Yere yaklaştığım bir anda bağırıyorum bekçiye: Durdur oyuncağı! Bulaşan gölgemin içinden cevap veriyor: "Az kaldı, duracak!" Zamanın en küçük parçası bile nasıl büyüyor geçmesini istediğimizde. Bir dakikada milyonlarca gökdelen fırlıyor topraktan. Bir dakikada binlerce füze çakılıyor yere. Saniye ibresi bütün zamanları bir ana hapsediyor.
-Canım sıkılmıyor artık, korkuyorum.
-Biraz dolaş açılırsın, demiştim.
Açıldım. Ellerim açıldı sonra kafesim. Açıldım ve fırladım göğe. Açıldım ve çığlıklar saçıldı can sandığımdan. Çok uzaktayım. Ayaklarımın altında titriyor ışıklar. Tir tir titriyorum, kaybolsun yer çekimi! Ay sıyrılmasın elimden. Yüzümü görünce korkmayayım. Kuyruk çok uzundu, sıra gelmesin bana. Arılara razıyım, beklemeye de, dönene kadar yarışçılar.

    A. Ali Ural
 

1 yorum:

GİZENGA dedi ki...

NE GÜZEL BİR YAZI. YAZANIN DA,YAYINLAYANIN DA GÖZLERİNDEN ÖPERİM...